Duvarlar

Posted on Tem 12, 2009 in Yazılar

…ya biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık… Elle Decor’da yayınlanan yazımın orjinal metni.

Duvar

…ya biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler
onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık…

Attila İlhan’ın “Duvar” şiirinde her daim ayakta kalan duvarlar, gerçekte yıkılmak için yapılmışlardır. Duvar, Sokratik diyalektik yönden ele alınırsa fazlaca biçim değiştirmiş bir mimari elemandır. İlk çağlardaki doğada hazır bulunan mekânlardan sonra ilk kurulan ve kullanılan mimari eleman yine duvardır. Çatı üzerine gelir. Mekân önce kurulur, sınırlar belirlenir. Zaten yüzlerce yıldan bu yana da fiziki ve değişmeceli anlamda duvarlar, sınırları belirlemek için var oldurulan, sıkıcı, yıkıcı, ayırıcı, çirkin, katı ve büyük olmaktan öteye gidememişlerdir. Büyük Çin Duvarı, Berlin Duvarı, Ağlama Duvarı, Jericho Şehrinin Duvarları, saklanmak, ayırmak, doğal afetlerden ya da kötülerden korunmak, sakınmak için yapılmışlardır. Pink Floyd ise ünlü şarkısında duvarları, düşüncelerimizi de kontrol altına aldığı için yıkmak istemiştir. Bu günlerde bütün dünyayı ekonomik olarak parçalayan, yıkan, tarumar eden de yine kavramsal olarak da olsa bir duvar değil midir? Wall Street.

Peki, bu kadar kötü, sessiz, ürkütücü duvarları sempatik, dekoratif, kullanışlı ve gerekli kılmak için mimarlar neler yapmışlardır.

Sanayi devrimine kadar, mimari bir eleman olmaktan daha fazlasına sahip duvarlar, bir mekânın en baskın karakteridir ve masifliği, yıkılmazlığı ile değerlendirilir. Ta ki, cam ve çelik bir arada kullanılmaya başlandığında, ilk kez, mekânların içini göstermek adına duvarlar ince ve bir o kadar da kırılganlaşarak mimarlık tarihinde bir devri başlatmıştır. Sanayi Devriminden yaklaşık 400 yıl kadar önce Fatih, aslında her duvarın devrilebileceğini, yıkılabileceğini göstermiştir. Ancak kırılmanın ve devrilmenin o kadar da kötü bir şey olmadığını kanıtlamıştır. Burada anlatılmak istenen, üzerimize yıkılması, deprem vs kavramları konu dışında bırakır.

Artık gücün, büyüklüğün, hiyerarşinin sembolü olmaktan yavaşça uzaklaşan duvarlar, günümüze gelindiğinde, salt ayırmacı, sıkıcı, yalnız kimliğini terk eder. Ana fonksiyonu olan, yine sınırların belirlenmesi ve bir boşluğun, mekân olabilmesi için var olması dışında, artık bizlerin mekânı güzelleştirmek, saklamaktan çok göstermek, tümel mekânı algılatabilmek için kullandığımız bir mimari eleman olmaya başlamıştır. Günümüzde duvarlar, onları nasıl görmek istersek öyle görünürler. Üzerlerini boyarız, kaplarız, brütalist bir anlayışla, çıplak ve altyapı okunur şekilde bırakırız. Mekânlarımızın büyük yükünü onlar taşır. Artık neredeyse tüm mobilyalar asılmak üzere yapılmaktadır. Tabi duvarlar da onları taşımak üzere. Cam teknolojisinin gelişmesiyle artık neredeyse tüm duvarlar cam yapılabilmektedir. Modern mimarinin deneysel çalışmalarını da sayacak olursak camın, mekânları göstererek bölmek yaklaşımı 80 yıldır kullanılmaktadır. Eskiden basit perdeler ve panjurlar yardımıyla istenildiğinde özerklik yaratılabilirken artık, akıllı cam sistemleriyle basit bir uzaktan kumanda yardımıyla, hem de istenilen oranda şeffaflık ya da opaklık alınabilmektedir.

Geleneksel yapım tekniklerine bakacak olursak duvarı oluşturmak için, taş, tuğla, kerpiç, ahşap gibi malzemeler tercih edilirken, günümüzde daha izolatif, daha hafif elemanlar kullanılmaktadır. Geçmişte lojistik kolaylıklara göre yapı malzemeleri kullanılırken artık önemli olan iç konfor ve dayanımdır. Binalar istenilen sağlamlık kriterlerine göre üretildikten sonra artık içerleri demontable olarak tabir edilen palyatif malzemelerle üretilirler. Bu üretim prosesinde çelik taşıyıcı olarak yer alırken, alçı panel, cam, ahşap ve türevleri, sınırları belirlemektedir. Duvarların neredeyse hayal gücümüzle sınırlı kaplama seçenekleri vardır. Her türlü doğal ya da suni taş, duvar kâğıdı, ahşap, kompakt laminat, özel imal edilmiş kalınlıklı boyalar, pişirilmiş malzemeler, paslanmaz, cam ve nicesi malzeme rahatlıkla kullanılmaktadır.

Duvarların ve tabiî ki tavanların yükseklikleri ülkemizde yönetmeliklerle belirlenmekte olup, 3.00m yükseklikte duvarlarımız olursa kendimizi şanslı addederiz. Ancak kütüphane, laboratuar, sanat galerisi, müze vs gibi özel bir amaca hizmet etmiyorsa, tavanların basık, mekânların küçük, duvarların üzerlerimize geliyormuş gibi algılanması iyi bir içmimari yaklaşımla artık çözümsüz değildir. Kullanılan kaplama malzemeleri, renkler doğru seçilirse, dekoratif ya da zaruri elemanlar, duvarların her tarafına yukardan aşağıya iliştirilmezse, tavan bitişinde basit fugalar bırakılırsa, süpürgelikle duvar renginde ve duvar yüzeyi ile hem yüz bitirilebilirse, duvarlar oldukların daha şık, zarif, yüksek algılanabilirler. Teknolojideki gelişmişlik bize, doluluk boşluk oranlarının ayarlanmasında geniş bir hareket alanı kazandırmaktadır. Özellikle düşük metrekareli evlerde masiflik etkisi yaratacak elemanlardan kaçınmak, farklı malzemeleri ve yapı sistemlerini birbirine temas ettirmemek doğru olacaktır. İyi bir mimarın önceliği daima gizleyecekleri ve açığa çıkaracaklarını belirlemek olduğundan, duvarlar bu konuda en büyük yardımcısı olacaktır. Varolan duvarların ise hangilerinin, ne şekilde kullanılacağı yine ustalık gerektirecektir.

Ne olursa olsun, günümüzde duvarlar artık bütünüyle fonksiyonelleşmiş mimarinin temel yapı elemanıdır. Güzeldir, gereklidir, kullanışlıdır ve korkulmalarına gerek yoktur.

Serter Karataban